17 Ekim 2007 Çarşamba
Basın artık boy vermiyor
"Mahalle baskısı" tamlamasını günde kaç defa okuyup duyduğunuzu hiç merak ettiniz mi? Ben ettim. Oturup saymadım ama merak ettim. Yalnız, bu konuda yanıtını daha fazla merak ettiğim herhalde tek soru, daha önce bu sıklıkta dillerde yer bulamayan bu tamlamanın neden birden bire herkes tarafından konuşulur olduğudur.
Konunun siyasi veya sosyal tarafına hiç girmeyeceğim. Zaten beni asıl ilgilendiren, işyerindeki arkadaşımın ya da sokaktaki simitçinin değil, gazetedeki köşe yazarının, televizyondaki program yapımcısının veya haber sunucusunun bu lafa aşık olması.
Sevgili ve muhterem Google hazretleri beni yanıltmıyorsa bu lafı ilk kez kullanan Şerif Mardin olmuş. Laf ağızdan bir kez çıkmış ve çıkış o çıkış. Sanki Türkçe'nin yüzyıllardır karşılığını bulmaya çalıştığı bir kavram nihayet ilk defa ifade edilebiliyordu. Plazalar bu lafa bayılmıştı ve çocuğun memeye sarılması gibi sarılmışlardı bu yeni(!) tanıma.
Bütün plaza yazarlarının bu iki sözcüğe sarılmasının temelindeki sebep neydi? Sahte sebep çeşitlendirme faslına hiç girmeden dökeyim eteğimdeki taşları: Sebep, bahsi geçen nitelikteki gazetecilerimizin önemli bir kısmının Türkçe'yi sokaktaki adamdan daha fazla sözcükle konuşamamasıdır.
Çok satan gazetelerin ağır toplarının yazılarına bir bakıverin. Göreceksiniz ki birçoğu sıradan bir lise öğrencisinden daha iyi kullanamıyor Türkçe'yi. Göreceksiniz ki birçoğu, dili kullanamamalarının etkisiyle oluşan kirliliği bastırabilmek veya toparlamak için olsa gerek, yazılarının yarısını koyu kalanın yarısını italik, ve yine kalanın da yarısını tırnak içinde yazarak köşeyazarlığına boyut üstüne boyut, çağ üstüne çağ atlatıyor.
Bunca sinir elbette ki yalnızca "mahalle baskısı" yüzünden oluşmadı. Biraz düşününce zamanında İkitelli podyumlarında ne modellerin boy gösterdiğini hatırladım:
Hazmetme Kapasitesi: Avrupa Komisyonu'nun Türkiye'ye verdiği en derin darbedir bence! Nisan 2006'da bu lafcağızı attılar ortaya; bu lafcağız büyüdü de büyüdü, en sonunda en sevdiğim kullanım formuna gelinceye kadar evrim geçirdi: Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım tarafından onlarca kulüp üyesi ve basın mensubunun önünde çocuk gibi azarlanan kulüp yöneticisi Hakan Bilal Kutlualp, yaptığı "yıkılmadım ayaktayım, onurluyum" temalı konuşmasında kulüp başkanını kastederek "Kimse bizim hazmetme kapasitemizi sınamaya kalkmasın" diyerek hem Aziz Yıldırım'ı güldürüyor, hem de beni "Oeeh yeter be artık" diye inceden sıyırmama neden oluyordu!
Kırmızı Çizgiler: O bir "nerden nereye" hikayesi. Dış politikadaki "olmazsa olmaz" ları ifade ederek başladığı yaşamını şimdi flörtlerin ilişki sınırlarını belirleme göreviyle sürdürüyor. (Evet, erkek arkadaşına "hayatım benim de kendi kırmızı çizgilerim var, lütfen saygı göster" diyen kızı gördüm!) Neyse ki İkitelli moda dünyasında uzun ömürlü olmadı. Zaten doğduğu günlerdeki kullanılma ivmesini sürdürmesi de maddenin doğasına yapılan bir haksızlık olurdu doğrusu!
Sıfır Beden: "Düşük bel pantolon veya mini etek giyerek bir deri bir kemik vücudunu sergilemek suretiyle göz zevki ve mideyi duman eden kadın" manasında olsa gerek. Türkiye'deki ilk kullanım örneğini üstün ses sanatçısı Gülşen'in ağzından işitmiştim. Zannetmiştim ki garip yurduma özgü bir laftı. Meğer ne de yanılmışım. Tüm dünyanın en yoğun tartışmalarından biri şu sıralar. Açlıktan ölen milyonlarca çocuğun yanında daha fazla aç kalabilmek için pamuk yiyen podyum emekçilerinin hikayesinin basında daha fazla yer bulması doğaldır elbette.
Polemik: İşte en uzun ömürlü olanı. Türkçe'de karşılığı "kalem kavgası"dır ama Türkiye'de karşılığı "polemik"dir! Hafızam beni yanıltmıyorsa Özal'ın cumhurbaşkanlığı döneminde ülke zenginlikleri arasına kazandırılmıştı. Sevesimiz varmış demek ki..
Benim aklıma bu kadarı geldi şimdilik.
Başlığa dönecek olursak... Sıradan sözcüklerin bir anda parlayıp gündeme yapışması o sözlerin yaratıcılarının(!) başarısı mıdır yoksa 300-400 sözcükle gazete çıkarmayı başarabilen İkitelli ahalisinin yüzdüğü denizin sığlığı mıdır?
Herkes kendi kararını versin, değil mi!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Buradaki orneklere benzemiyor, ama ben en cok suclularin kiskivrak yakalanmasini seviyorum. Yani bu adamlar acaba suclulari nasil yakaliyorlar ki suclular kiskivrak yakalanmis oluyorlar? Mesela deli gomlegi mi giydiriyorlar (benim gozumun onune hep boyle bir manzara gelir bu sozu duydugumda)? Ya da kiskivrak yakalanmayan suclularin bunlara ustunlugu nedir? Bunu yillardir dusunur dururum. Sanirim bir Dervis Zaim filmindeydi (Tabutta Rovasata olabilir) haberleri sunan spiker kullaniyordu bu sozu ve saha baskalarini.
Senin sordugun soruya gelince, ben bunun (spor yazarlarini bir kenara birakacak olursak) az sayida kelime bilmekle dogrudan bir iliskisi oldugunu dusunmuyorum. Turkiye'de ve muhtemelen baska ulkelerde de halka verilecek seyin belirli formuller dahilinde verilmesi gozetiliyor sanki. Bu formuller de karmasik bir konunun aciklanmasinin basitlestirilmesini gerektiriyor (basit bir halkla iliskiler hamlesi). Bu nedenle biz de bu tanmimlamalarla karsilasiyoruz.
Ote yandan sayilan butun tamnimlamalarin da ayni kategoride oldugunu dusunmuyorum. Serif Mardin'in "mahalle baskisi" tanimlamasini daha akademik bir noktada goruyorum. Serif Mardin bunca onemli calismasina ragmen ancak bugunlerde, o da yalnizca bir iki televizyon kanali yoluyla goruslerini aktarabilecek durumda. Digerlerini muhtemelen hem onlar taleop etmedigi hem de kendi tercih etmeyecegi icin daha cok ortaya atilan bu kavramlarin sulandirilmasi asamasinda izliyoruz.
Sonucta, anlatilan seyin daha kolay anlatilmasini saglayacaksa (bir iletisim islevi olacaksa) kavramsallastirmanin yararli olduguna inananlardanim. Ama bunu da her seye bir kulp takmaya calismaktan ayirmak gerek. Degil mi Sansalcigim?
Yorum Gönder