Bu yazıda kesinlikle etik olmak için çaba sarfetmeye niyetim yok. Tatilimin kabusa dönmesinin baş sebebi olan bu otelden benim dilim yandı; bari başkalarınınki yanmasın... Yorum, review, comment; ne derseniz. Otuziki kısım tekmili birden! Duhuliye yüz kuruş, askere talebeye elli! Dönsün makara:
ETS Tur'un sitesindeki incelemelerim sonucu gitmeye karar verdiğim Bodrum Isis Hotel & Spa, köylü kurnazlığının bölge, sektör ve sınır tanımazlığının bir belgesi sanki. ETS sitesindeki resimlere baktığınızda, otelin gerçekten de iddia edildiği gibi "1. Sınıf Tatil Köyü" olduğuna inanmamak mümkün değil. Zannedersiniz ki Bodrum'a paşa gelse orada ağırlanır. Ama kazın ayağı öyle değil.
İlk izlenimle başlayalım...
Bodrum coğrafyası nedeniyle otele erişmenin zorluğuna laf söyleyemem; başka seçenekleri yok. Ama otel sınırlarına girdiğiniz anda anlıyorsunuz ki giriş ve lobi dahil olmak üzere otelde uzun süredir bakım yapılmamış. Olsun moralinizi bozmuyorsunuz: tatile geldiniz!
Resepsiyona gidip odanızı istiyorsunuz. Satış sözleşmesinde saat 14:00'de size teslim edileceği söylenen odanıza ancak 15:30'da girebiliyorsunuz. Ve girişinizle ilk gerçek hayal kırıklığını yaşamanız bir oluyor: ETS Tur'a bildirdiğiniz oda tercihlerinden tek bir tanesi bile dikkate alınmamış. Hemen resepsiyona gidip durumu bildirdiğinizde, beklendiği üzere, o an tüm odaların dolu olduğu söyleniyor size. O an görevliye sorduğum tek soru şuydu: "Rezervasyon sırasında belirttiğim tercihlerden BİR TEKİNİ dahi karşılayacak odanız yok muydu yani?" Herhalde bu soru görevliyi biraz olsun insafa getirdi ki, ertesi gün saat 12:00 civarı tekrar gelmemi, yeni odaya transfer edileceğimizi söyledi.
ETS'nin sitesinde tanıtılandan epey farklı bir tesis bulmuş olmanın verdiği güvensizlikle oda transferi için garanti istedim. Verdi: Garanti kendisiydi!
Ertesi gün 12:00'de tekrar resepsiyona gittim; odalar boşalmadan, yani saat 14:00'den önce yardımcı olamayacağını söyledi. Ve saat 15:00'de yeni odamıza kavuştuk. Ve tabi ta-daaa: Bizden önce odada kalan ailenin kullanılmış bardakları orada öylece duruyordu. Ücretsiz olduğu vaad edilen minibar ise bomboştu.
İlk gün kaldığımız odaya, transfer konusu nedeniyle yerleşmemiş olduğumuzdan, yol yorgunluğu hala üzerimizdeydi ve o an otelin eksikleriyle uğraşmak içimizden gelmedi. Ama otel tüm benliğiyle bizi zorluyordu. Şantiyelere kurulan derme çatma tuvaletlerin kapısını andıran oda kapısının aralıklarından içeri giren sivrisinekler -evet, yanlış okumadınız; oda kapısında, sivrisineklerin geçebileceği kadar geniş aralıklar var- otelin yeni saldırı planıydı. Terlik ve gazete gibi savunma silahlarıyla on-onbeş civarı sivrisineği etkisiz hale getirdikten sonra uyumaya karar verdik. Bodrumun 35 derece sıcağında klimayı açıp rahatlamak ve dinlenmek istiyorduk. Ama klima buna hazır değildi. Toplam üç kademesi olan klima, kademeler arası ayrıma karşıydı ve hep aynı düşük seviyede çalışmakta inat ediyordu. Bu yüzden de, azıcık serinlemiş bir oda için yaklaşık iki saat sabretmemiz gerekiyordu.
Evet, oda tam bir rezaletti ama artık nihai odamıza yerleşmiştik ve önümüzde hala 5 günlük bir tatil vardı! Utku'nun inatçı katkılarıyla sabah erkenden gittiğimiz kahvaltının görüntüsü pek de iç karartıcı değildi açıkçası. Pek zengin bir sofra olmasa da gördüğüm en fakiri de değildi. Ama görüntü her zaman aldatıcıdır!
"Ultra herşey dahil" diye yutturulan bu tatil paketinde, taze sıkılmış portakal suyu ücretliydi. (Aynı şekilde, markalı içecekler de ücrete tabiydi ama paket hala "Ultra herşey dahil"di!!!) O kadar para verdikten sonra taze sıkılmış portakal suyuna para vermek enayilik gibi gelince ben de çareyi hazır (ve ücretsiz) meyve sularında buldum. Hani şu kübik kaplarda ha bire bir merdaneyle döndürülen ve soğutulan, ve herzaman vişne ve portakal ikilisi olarak varlığını sürdüren meyve sularında. Hemen bir bardak vişne suyu aldım ve kafaya diktim. Diktim de, bir türlü vişne tadı alamadım. Ağzımda düpedüz su tadı vardı ama içtiğim şey kesinlikle kırmızıydı. "Yok artık" diye düşünüp bir de portakal suyunun tadına baktım ama bir şekilde bunun da tadı vişne suyunun tadıyla aynıydı!
Kısa süren kahvaltı faslının ardından, Utku'nun rahatsızlığı nedeniyle odaya döndük ve odanın temizlenmesi için kapıya "Lütfen odamı temizleyin" yazısını astık. Kahvaltı saatinden öğle yemeği saatine kadar kimse gelmeyince yemeğe gitmeye karar verdik.
Yemekte oturduğumuz masadaki PET su şişesinin kapağı açıktı ve şişe epey hırpalanmıştı. Hemen garsondan kapalı bir şişe su getirmesini istedim. Garsonun yanıtı güzeldi: kapalı şişeleri kalmamıştı!! Evet evet, otelin ana restoranında kapalı bir şişe su yoktu. "Bi ara garsonu kızdırdım herhalde" diye boş olan diğer masalardan su almaya yeltendim ki, tüm şişeşerin yamuk yumuk ve açık kapaklı olduğunu farkettim.
Şimdi, bir otel kapalı su vermek zorunda değil, tamam. Ama bari, be adamlar, açık suyu ezik büzük PET şişelerde değil pazar malı sürahilerde vereydiniz ya! Hiç mi tesis görmediniz!
Kapalı sudan ümidimi kesince garsondan bir fanta isteyip yemeğimizi yemeye koyulduk. Yemekler bitti, biz kalktık ama garson gelmedi. "Olsun"du, belki unutmuştu fantayı.
Ama sürpriz odamızdaydı: sabah kapıya astığımız "Temizlik istiyorum" yazısı, hala kapının üstündeydi. Birilerinin gelip odayı temizlemesi için oda servisini bir kere, minibarın doldurulması için ise iki kere aramam gerekti.
Gelen temizlikçinin temizlik anlayışından kitap çıkaracak yazarlar tanıyorum ben! Bizden önceki ailenin kullanılmış bardakları hala odamızdaydı ama temizlikçinin bardaklarla yüzleşmeye niyeti yoktu. Rica edince ise içim daha bir hoş oldu: Adam klozeti sildiği elleriyle bardakları aldı; tuvalet lavabosunda yıkayıp aldığı yere koydu. Farklı frekanslarda olduğumuzu anlayınca, hiç üstelememeye karar verdik. Ama demiştim ya; otel bizi sınıyordu. Bu sefer bey amca tası tarağı toplayıp gittiğinde odada tuvalet kağıdı olarak yalnızca yarım bir rulo, sabun olarak ise kibrit kutusundan biraz daha küçük tek bir kalıp vardı. Neyse ki uyarım sonucu ikişer tane daha almayı başardım.
Sorunlar keşke bunlarla sınırlı olsaydı. Dinlenmek için gittiğiniz otel sizi yoruyorsa, gerçekten çok kötü bir durumdasınız demektir. Odanızdan çıkınca gördüğünüz yapılar, bir tatil köyünden ziyade gecekondu mahallesini andırıyor. Birbirinden farklı zamanlarda ve modellerde inşaa edilmiş bungalowlar, sağa-sola dökülmüş inşaat kumları, bahçelere bırakılmış el arabaları ve inşaat malzemeleri... Belli ki yönetimin tek derdi, otel bölgesindeki bütün boşlukları uygun boyutta yeni bungalowlarla doldurmak olmuş. Bu seri üretim anlayışının doğal sonucu olarak da ortaya çıkan "eser" göz işkencesi ve kalite katli. Bonusu da unutmamak lazım: o yoğun yapılaşma içinde bebek arabası veya tekerlekli sandalye için geçiş yolları yapmayı unutmuşlar...
Yazdıkça iyice farkına varıyorum ki, otelin kalbur üstü en ufak bir tarafı yokmuş ne yazık ki. Benim halkımın mutsuzluğunun ve yaşadığı güvensizliğin en güçlü sebeplerinden olan bu zihniyetin hala hakim sınıflarda bulunması bana gerçekten ağır geliyor. Böyle adamların değil, işini düzgün yapanların para kazanması için otelle ilgili tüm şikayetlerimi burada toplamış oluyorum. Umarım ki bu cehennem yere gitmek isteyenler bu yazıyı okur da, benim düştüğüm tuzağa düşmez.
Yazıyı puanlamayla bitirelim, tam olsun:
Genel (Overall): 1/10
Tesis (Facility): 1/10
Etkinlikler (Activities): 2/10
Oda (Room): 0/10
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Ben taleworlds ten belki hatırlarsın.Ayrıca o otel tam bir pislik yuvası.Pislik ten kastım gelen rusların müsait olmayan şeyler yapması olağanüstü derecede kalitesini düşürüyordu.Etkinliklerde türklere yer yoktu.Yabancıları kaldırıp türklere bakıyorlardı.Benim içinde yarı kabus gibiydi.Sene 2006'ydı bu arada...
Merhaba,
Isim bir yerlerden tanidik geliyordu zaten :)
Adamlar belli ki bir duzen kurmuslar; "tuzaga dusenlerden bir kez para almak yeter" demisler..
Boyleleri tarafindan isletilen tesisler var oldugu surece Turkiye'nin turizm gelirini arttirmasi hayal herhalde.
Yorum Gönder